23 Mayıs 2013 Perşembe

KIRMIZI BİSİKLET

Ne zaman bir bisiklet görsem ilk aşkım gelir aklıma. 7 yaşındaydım daha, bazılarının sümüklerini bile tek başına silmeyi beceremediği bir yaşta. Kapkara bir çocuktum işte kenar mahallenin en uzak sokağında oturan. O zamanlardan hatırlarım okula başlayacağım yaz tartışır dururdu annemle babam, ' bu çocuk buradan okula tek başına nasıl gidecek?' Ya onu kaçırırlarsa? Ya ona bir şey olursa? Uzar giderdi bu muhabbetler. Okula beni kim götürüp getirecekti? Bütün dünyanın derdi bu olmalıydı onlara göre çünkü evden taşınmak isteyen annem ve taşınmamak için direnen babam arasında geçen münakaşaları dinlememek için en çok kaçtığım yazlardan biriydi işte o yaz. O yaz. Ne de güzel bir mevsimdi o YAZ. O yaz ben ilk kez içimden kelebekler uçurmuştum, ilk kez hayallerimi uçurtmaya bağlamış bir güzel rüzgarda sallandırmıştım, ilk kez o yaz dondurma yediğimi hatırlıyorum, belki ondan öncesi de vardı ama bana göre yoktu işte. Her şey o Yaz olmuştu. Öyle olmalıydı çünkü o yaz ben ilk kez aşık olmuştum. Aşkın yaşı yoktur derler ya, doğrudur aşkın yaşı yoktur, öyle bir şeydir ki aşk yer yaşta başka yaşanır, her yaşta ayrı bir güzeldir. Aşkta her yaş bahardır, ya da aşık olduğun her yaşa bahar gelir. Öyle bir şeydir ama bir tek yaşayan bilir. Öyle hayaller kurdurur ki insana, 7 yaşında olmanızın hiçbir önemi yoktur çünkü 7 yaşında bile hayallerinizde gelinliğinizi yahut damatlığınızı giyiverirsiniz bir ömür beraber olmak istediğiniz insanla birlikte.


Obur bir çocuktum ben, hele annemin evde yaptığı o altın günleri yok mu işte o günlere bayılırdım. Börekler, poğaçalar, kekler, kısırlar, sarmalar, ne isterseniz olurdu, çünkü bütün kadınlar benim marifetim senden daha fazla dercesine yarışırlardı adeta. Kadınlar bunlar, aralarında yarışmayı severler, hele ki yemek yapmak söz konusuysa. Öyle bir gündü işte, annem bir telaş içerisinde börekleri fırından çıkarmış, bir yandan kısırı karıştırıyor, sarmalar ocakta pişmekte ve boşalan fırına kek konuyor. Bende ayak altında dolaşmamam gerektiğini bildiğimden bahçede kendi kendime top oynuyorum. Bizim sokakta çocuk yoktu hiç, sanki önceden anlaşmışlar gibi üst mahallenin bütün karıları aynı zamanda doğurmuştu çocukları, bizim sokakta ise bir tek ben. Diğer mahalleye gitmeme izin vermezdi annem, neymiş kandırırlarmış, kız çocuğumuyum ben diye bağırıp asilik etmeye kalksam yerdim beş parmağı hemen. O gün öyle sıkılmıştım ki, içimden binbir türlü muzırlık geçiyor ama annemi o telaş içinde gördüğümden tutuyordum kendimi. Pencereden bütün sokağa yayılan kokular burnuma burnuma vurmaya başlayınca dayanamadım daldım mutfağa hemen. Şansıma annem mutfakta değildi, evi toparlamaya başlamış olmalıydı, bir gün önceden süpürür, ertesi sabah ikinci kez tozları alır ve son kez bir toparlanma telaşına düşerdi her seferinde. Mutfak masanın üstüne 'ye beni, ye beni' der gibi düzgünce dizilmiş sarmalar, dilim dilim dilimlenmiş kakaolu kekler ve çok sevdiğim kurabiyeleri görünce dayanamadım tabi. Misafirler gelmeden asla yememe izin vermezdi, bi parmak bandırayım desem kıyameti koparırdı. Ben yapacağımı bilirdim tabi, her zamanki gibi açtım tişörtümü çay toplayan kadınlar misali, başladım tişörte doldurmaya; elime ne geçerse koyuyordum biraz kekten, biraz kurabiyeden, bir-iki dilimde börekten alayım demiştim ki börek daha yeni çıkmış fırından meğerse. Allaahhhhhh yandımm ki ne yandımm, o durumda insan suç-ceza-korku düşünemiyor bile bastım çığlığıı tabi aannnnnnnnnneeeeeeeeeeeeeee, yannnndımmmmmm Alllaahhhhh yandıımmmmm, ama biryandan bağırıyor biryandan kucağımda sıkıştırdığım kekleri ve kurabiyeleri yere düşürmemeye çalışıyordum, sonra birden karşımda annemi ve yüzündeki o korkunç : yine mi misafirlerden önce yemeklere dadandın sen haylaz! bakışını görünce kendime gelmiş ve kaçmaya başlamştım, tabi mutfağın bir köşesine ben koşuyorum o köşeye o geliyor, masanın bir köşesine geçiyorum aklı sıra beni şaşırtmaya çalışıp öteki köşeden çıkıyor deeerrrkeennnn büütüünn güzelim börek tepsisi yere dökülmesin mi! Ama vallahide hatırlıyorum benim hatam değildi, ben masanın öteki köşesindeydim ama annem beni yakalamaya öyle kaptırmıştı ki, tepsinin devrilme ihtimalini hesaba katmamıştı. O anda gözgöze geldik, anlamıştım ki bu sefer gerçekten kaçmalıydım, tabana kuvvet başladım bende koşmaya, neyse ki mutfak kapısının diğer köşesindeydi ben de hemen mutfak kapısına oradan da sokak kapısına koşuvermiştim hızlıca. Sokağa çıktıktan sonrada hiç durmadan koştum, koştum koştum, korkudan ve telaştan sokağımızı çoktan geçtiğimin farkına bile varmamıştım. Sonra birsürü çocuğun içinde buluverdim kendimi birden. Hiçbiri beni farketmemişti bile. Önce toplanmış oyun oynuyorlar sandım, sonra birde baktım ki yine benim yaşlarımda olan bir kızın etrafına toplanmış sümükklüü sümüklüü diye alay edip gülüyorlardı. Daha yakından görmek için biraz daha yaklaşayım dedim ki tam o anda hepsi bisikletlerine binip sokakta bir ileri bir geri gitmeye başladılar. Bu mahallede oturanlar zengin olmalı diye düşündüm çünkü daha önce hiç bu kadar çok bisikletli çocuk görmemiştim. İçlerinde kızlarda vardı oğlanlarda. Onlar uzaklaşınca bende köşede kendi başına oturan bu dalga geçtikleri kızın yanına gitmek için cesaret bulmuştum. Yanına yaklaştım, başı önde elinde bir sopa, kuma bisiklet resmi çizmeye çalışıyordu. Ellerine baktım, küçücüktü. Saçını at kuyruğu toplamıştı, yüzünü hala tam olarak görememiştim, başını kaldırıp bana doğru bakmamıştı bile. Bende ilgisini çekeceğini düşündüğümden cebime doldurduğum kurabiyelerden birisini uzatıp
- Kurabiye yer misin? diye sordum. Başını kaldırdı, iyice süzdü beni, öyle şaşırmıştı ki, önce güvenmedi, almak istemedi sonra hemen cebimden bende birtane çıkartıp yemeye başladım, hmmm baak çok güzel bende yiyorum ye ye dedim. Şişko suratım ve muhtemelen ağzımdan saçılan kurabiye parçalarıyla ilk aşkımı ilk günden kaybetmiş olduğumu kısa bir süre sonra anlayacaktım.


İLK HOŞÇAKAL

Elini uzattığında ellerinin kum içinde olduğunu farkettim, hemen diğer cebimden mendilimi çıkarttım, annem hayatta pis elllerle yemek yememe izin vermezdi. Bende kurabiyeden önce mendilimi uzatıp al istersen ellerini silersin dedim, kız yüzüme tuhaf tuhaf bakıyordu, hiç benim gibi bir erkek görmemişti muhtemelen, erkekler pis olur ya, ama benim annem çok titizdi ve elimi yıkamadan yemek yersem karnımda kurtların çıkacağını söylerdi. Evet aynen böyle söyledim:

-Eğer elimizi temizlemeden yemek yersek karnımızda kurtlar çıkarmış, annem öyle söylüyor, önce elini sil, sonra kurabiyeyi yersin.

Mendille ellerini iyice temizledikten sonra, kurabiyeyi aldı ve sessizce yemeye başladı. Daha hiç sesini duyamamıştım, 'adın ne senin?' diye sordum.

-Merve, dedi sadece. Kısık, tiz bir ses tonuyla. Bense aa Merve'mi, benim Merve diye kuzenim var biliyo musun, sınıfımızda da bir tane Merve var, hatta komşumuzun kızının en yakın arkadaşının adı da Merve.

İyide banane der gibi bakıyordu yüzüme, sustum, bense onu kendi çapımda güldürmeye çalışıyordum. Daha o gün anlayamamıştım bana ne olduğunu ama kızla konuşmak hoşuma gitmişti, her ne kadar ben konuşsam ve o dinlemiş olsa da. Kurabiyeyi bitirdikten sonra ayağa kalktı, kenarları yırtık dantelli eteğini sallaya sallaya Hoşça kal dedi ve arkasına bile bakmadan gitti. Kalakalmıştım sokakta, insan bir teşekkür eder diye düşündüm, o kadar kurabiyemi paylaşmıştım ne de olsa. Güle güle diye bağırmıştım bende arkasından. Sonra annemi daha fazla sinirlendirmemek için sallana sallana eve dönmüştüm. Yolda düşüncelere daldığımı hatırlıyorum. Bana 'hoşçakal' dedi, hoşça kal ne demekki, biz hep güle güle deriz, acaba hoşça kal kızlar ve erkekler arasında söylenen bişeymi, ona kurabiye verdim ya, beni beğendi kesin, inşallah evde kurabiye kalmıştır yarın yine gizli gizli ona kurabiye götürürüm. Aa o çocuklar onunla niye alay ediyordu sormayı unuttum, neyse onuda yarın gidince sorarım. Merve.. Merve.. diyerek kapının önüne kadar gelmişim haberim yok. Tam karşımda dikilmiş olan annemin birsüredir beklemekten kavrulmuş olan beşkardeşiyle o gün yine bir görüşmemiz olmuştu. Bu sefer kaç oldu hatırlamıyorum, beş, on, onbeş, olsun artık Merve vardı.

İLK MERHABA


Ertesi sabah erkenden kalkıp hemen mutfağa koştum, kalan kurabiyeleri ceplerime doldurup gizlice diğer mahalleye gidecektim gene. Kapıda kulağıma takılan annemin eliyle karşılaştım. Annemin eli zaman zaman kulağıma takılırdı :) Bense bunu artık takmıyordum. 'Nereye gidiyorsun gene sen, bir yere kaybolma sakın, kapının önünde oyna!' Cevap hazırdı: 'Tamam annecim'
Birkaç dakika kapının önünde oyalandıktan sonra beni izlemekten sıkılmış olduğunu anladığım anda koşarak kaçmaya başlardım, sanki ona koşarak gidince o da beni aynı heyecanla beklermiş gibi gelirdi.
'Ben geldimmm'
'Sen kimsin' dercesine bön bön yüzüme bakıyordu ama kabahat bendeydi çünkü adımı söylememiştim bile ona. 'Benim adım Mert' Aşağıdaki mahallede oturuyorum, dün sana kurabiye getirmiştim hani, hatırladın mı?
İsteksizce sallanan baş hareketleri: -'Hıı hıı'
Bak işte hatırladın, sana yine kurabiye getirdim, sevindin mi?
Aynı isteksiz baş hareketleri: - 'Hıı hııı''

Bu sefer alıp elini silmeden yemeye koyulmuştu, bense hayaller alemine dalmış, bu kız yemek yemeden önce ellerini bile temizlemiyor annem gelin olarak hayatta kabul etmez, olsun ben onu ikna ederim, hem büyüdükçe ben ona öğretirim, diye geçiriyordum içimden.

Hiç konuşmayan kız birden ' senin bisikletin var mı? ' diye soruvermişti. Öyle sevinmiştim ki, ilk kez gözlerimin içine bakıp heyecanlı heyecanlı bana bir şeyler soruyordu. Ama sevincim kursağımda kalmıştı çünkü: 'Yook, hem olsa nolcak ki' dememle birlikte ' hıı iyi o zaman diyip başını öteki tarafa çevirmişti bile' Bisiklet süren çocukları izliyordu sürekli. Konuşmak, bir şekilde konu açmanın bahanesini arayan ben yine gereksiz bir soru sormuştum: ' Onlar seninle neden alay ediyorlardı?' Yüzünün ifadesi tamamen değişmiş, hatta neredeyse gülümsüyormuş gibi, 'onlar benimle niye alay etsinler ki, ben orda düştüm, şakasına güldüler, o kadar, hem arkadaşlarım benimle alay etmez!' diyip çıkışmıştı  bile bana. 'O zaman neden sana bisikletlerini ödünç vermiyorlar?' 'Çünkü onlar erkek bisikleti, hepsi mavi görmüyor musun? Benim kırmızı bir bisikletim olacak'' diyip yanımdan kalkıp gitmişti gene cadı kız. Bense onun bana doğru hafifçe gülümser gibi yapmasından imalar çıkartıyordum, artık o da benden hoşlanıyor, o çocuklarla oynamak istemediği için hep benim yanımda oturuyor, ben anlamıyım diye de onlarla bisikletin mavi olduğunu bahane ediyor diye düşünüp kendi çizdiğim kanatlarla kendi bulutlarımda uçuyordum saf saf.

İLK KISKANÇLIK

Birkaç gün böyle geçti gitti, biraz muhabbet ediyor, kuma şekiller çiziyor, gelecekte büyüyünce ne olmak istediğimizden bahsediyor ve birlikte bisiklet süren çocukları izliyorduk. Artık hergün yanına gidiyordum, hatta birgün hastalandım, evden çıkacak halim yoktu, o gün hiç dışarı çıkmadım, ertesi günde çok iyileşmemiştim ama annemin bakkala gittiğini görünce sokağa fırlamış koşa koşa Mervemin yanına gitmiştim hemen. Beni özlemiştir, şimdi bana geçmiş olsun der, niye hasta oldun diye sorar, belki ateşime bile bakar diye içimden geçirirken o bisikletli çocuklardan biriyle bisiklet sürerken gördüm onu. Birisi bisikletini ödünç vermişti ve mavi bir bisiklet sürüyordu, üstelik ben mavi bisiklet sürmem demişken. O kadar üzülmüştüm ki onu o bisikletli çocukla yanyana görünce, hayatımda ilk kez kıskanmanın ne demek olduğunu anlamıştım. Bütün duygularım karmakarışık olmuştu, bisikletim olmadığı için o çocuğu mu kıskanıyordum yoksa Merve o çocukla bisiklete bindiği için Merve'yi mi kıskanıyordum, arasında kalmıştım duyguların. Hemen eve koştum, neyseki annem gelmemişti, yatağa kapanıp ağlamaya başladım, hiç durmadan ağlıyordum, annemin beni susturmak için üst mahalledeki çocuklarla oyun oynamama izin vermesi bile kesmemişti ağlamamı, 'ben bisiklet istiyorum' Bisiklet' Ben bisiklet istiyorum' diye ağlayıp duruyordum. Akşam eve babam geldiğinde o halimi görünce o kadar üzülmüştü ki hiç parası olmadığı halde 'tamam sana yarın bisiklet alacağız' diyip yatağına yatmaya gitti.

O gece hiç uyumadım. Uykusuz kaldığım ilk gecedir, sabaha kadar hayal ettim durdum. Sabah erkenden babamı kaldırıp: 'hani bana bisiklet alacaktık bugün?'  'Tamam, düş önüme bakalım' diyip yola koyulmuştuk. Bisikletçiye geldiğimiz anda gözüme çarpmıştı istediğim bisiklet, işte orada, sanki beni bekliyordu 'işte bu baba, bu, bunu istiyorum'  'Oğlum o kırmızı bisikleti ne yapacaksın, gel bak burda mavi olanlar var çok güzel' 'Hayır baba, ben kırmızı bisiklet istiyorum' Ne kadar ısrar edip fikrimi değiştirmeye çalıştıysa da ben kararımı vermiştim, o kırmızı bisikleti aldıracaktım babama. Nitekim öyle de olmuştu. Kırmızı bisikletimle eve geldiğimde hemen mahallede düşe kalka sürmeye başlamıştım bile, bir yandan da kirletmemeye dikkat ediyordum. Ne de olsa gıcır gıcırdı bisikletim, hep öyle kalmalıydı.

İLK HEDİYE


Bisiklete iyice alıştıktan sonra artık kendime biraz daha güvenim gelmiş olarak Merve'nin mahallesine doğru pedal çevirmeye başlamıştım. Mahallenin başından itibaren herkes bana bakmaya başlamıştı, bazıları sessizce 'şişkoya bak kız bisikletine binmiş' diyip gülüşüyordu, bazılarıysa beni daha önce görüp hatırlayanlardan Merve'nin yanına gelmiştir şişko, yeni bisikletiyle hava atacak diyorlardı. Bense doğru O'nun yanına gidiyordum. İlk kez beni karşısında görünce şaşırmış ve ayağa kalkmıştı. 'Aaa senin kırmızı bir bisikletin mi var?' 'Yooo, dedim, bu senin bisikletin, harçlıklarımdan biriktirip sana hediye aldım'
'Hediye mi?' Şoktan ağzı uzun bir süre açık kalmıştı, o kadar komik ve o kadar tatlı görünüyordu ki onu bozup utandırmak istemiyordum, o birçok kez beni utandırmış olsa da fark etmezdi.
'Evet, senin için aldım, harçlıklarımdan biriktirdim, sırf sen kırmızı istiyorsun diye, sana kırmızı bisiklet aldım bak'  Övüp duruyordum ona hediye almış olmayı, sanırım bana sarılmasını falan bekliyordum, ama ilk kez onu böyle gülerken görmüş olmak bile yetmişti o an. Kocaman gözlerle baktı, ilk kez gözlerimin bu kadar içine bakıyordu, kocaman gülümsedi (belki de sadece tebessüm etmişti ama benim kör gözlerim öyle görüyordu) ve kocaman bir 'teşekkür etti'. Aslında yalan söylemeyeceğim, teşekkür edip etmediğini hatırlamıyorum, ama etseydi hoş olurdu. Bisikleti elimden aldı, bindi ve pedal çevirmeye başladı, öylece uzaklaşıp diğer bisikletli çocukların yanına gitti. O mavi bisikleti olan çocuk var ya hani, doğru onun yanına gitti. Herhalde beni gösterip bana hediye almış diye hava atacak diye düşündüğümden el sallayacaktım ki, birlikte bisiklete binip mahallenin bulunduğum tarafından göremeyeceğim kadar uzağa pedal çevirdiler. İlk kalp ağrımdı, kırmızı bisiklet, Merve.